Netfilix’in 8 Kasım 2019’da yayınladığı tek mekan İspanyol film The Platform dünyada çok konuşuldu. Yönetmenliğini Galder Gaztelu Urrutia’nın yaptığı Platform Goya en iyi çıkış yapan yönetmen ödülü ve Goya en iyi özgün senaryo ödülüne aday gösterildi. 1974 doğumlu Golder reklam mezunu ve birçok reklam filminde adını geçirdi.
Filmde her şey kırk sekizinci katta Goreng’in ilk oda arkadaşı Trimagasi’yle uyanmasıyla başlıyor. Aralarındaki ilişki ne kadar samimi gibi görünse de aslında Trimagasi tarafından bir güvensizlik hissediliyor. Hapishaneye suç işleyenlerin girdiği gibi insanlar kendi istekleriyle de girebiliyor. Goreng kendi isteğiyle girdi çünkü sigarayı bırakmak, kitap okumak ve insanlardan uzaklaşmak istiyordu. Giren herkesin yanına istedikleri bir şeyi alma hakkı var. Goreng yanına İspanyol romancı Miquel de Cervantes Saavedra’nın romanı Don Kişot’u aldı. Film insanoğluna karşı çok güçlü bir eleştiri. Bakacak olursak kapitalizm, insanoğlunun her zaman daha fazlasını istemesi, yetinmeyişlerini konu alan birçok film var fakat Platform her insanı bunu göstermeyi çok iyi başaran bir film. Konu tamamen insanoğlunun doyumsuzluğunu anlatıyor. Geçmiş, gelecek her zaman hayatımızda güncel olan bir probleme yapılmış çok sert bir film. Hapishanede sonu görülmeyen katların tam ortasında bir delik bulunuyor. Günde ikişer dakikalık bir süreyle her çeşit yemeğin olduğu bir masa hazırlanıp mekanizma yardımıyla birinci kattan başlayarak son kata kadar gidiyor.
Tahmin edersiniz ki orta katlara bile ulaşana kadar masada artıklar ve tabak çanaktan başka bir şey kalmıyor. Herkes doyacağı kadar yese kimse aç kalmazdı. Dünyanın bir buçuk dakikalık hâli.
Her ay insanların farklı kata gitmeleri yerimizde kalıcı olmadığımızı gösteriyor Üst katlardan alt katlarda; alt katlardan üst katlarda kendimizi bulabiliriz. Hapishanede insanlar gece gazla bayıltılıp katları değiştiriliyor. Uyandıklarında ilk yaptıkları bulundukları kat numarasına bakmak. Ya bir ay aç kalacaklar ya da doyacaklar. Goreng ve Trimagasi’nin güzel giden dostluğu da bir ay sonunda değişen katla büyük sarsıntıya uğruyor. Yüz yetmiş birinci katta uyanan Goreng yatağa bağlı şekilde ne olduğunu anlamaya uğraşırken Trimagasi on beş gün sonunda Goreng’den alacağı küçük parçalarla karınlarının doyacağı planını Goreng’e anlatıyordu. Trimagasi’nin tehlikeli biri olduğu hayranlık duyduğu, hapishaneye gelme nedeni olan bıçakları gösterirken anlaşılıyordu. Buna filmde korkunun başladığı sahne diyebiliriz. Trimagasi Goreng’in etlerini kesmeye başlarken; Goreng’nin kurtuluşu mekanizmaya oturup her katı çocuğunu bulmak için gezen kadın sayesinde oldu. Trimagasi yüz yetmiş birinci katta delikte karnını doyurmak için uğraşırken ölüyor ama hayatını devam ettiren Goreng’i Trimagasi’nin hayaleti yalnız bırakmıyor. Goreng yeni otuz üçüncü katında mülakatlarını yapan kadın Imoguiri’yle uyanıyor. Imoguiri’nin bile deliğin böyle bir yer olduğunu bilmediğini görüyoruz. Goreng iki yüz ikinci katta gözlerini açarak Trimagasi’nin ve Imoguiri’nin hayaletleriyle delirmeye başlıyor. Açlıktan kitabın sayfalarını yiyen Goreng dayanamayarak Trimagasi önderliğinde Imoguiri’ye yöneliyor. Goreng son olarak karnının doyacağı altıncı katta yeni oda arkadaşı Baharat’ın mutluluk çığlıklarıyla uyanıyor. Bu ikili mekanizmayla her katı gezerek yemekleri yetecek kadar paylaştırmayı hedefliyor fakat delikte kaç kat olduğu belli değil. Panna Cota tatlısını mesaj olarak sıfırıncı kata göndermek isteyen ikili yola devam ediyor. Zannettiklerinden fazla kat bulunan hapishanede aşağı katlara indikçe ölüler ya da açlıktan birbirlerini yiyen insanlarla karşılaşıyorlar. Her katı çocuğu için arayan kadının kızını ikili üç yüz otuz üçüncü katta buluyor. Mesajları olan Panna Cota’yı acıkan kıza vermekten başka seçenekleri olmayan ikilinin bu şekilde artık mesajları kızdır. Baharat’ın ölmesiyle Goreng kızla mekanizmayla en alt kata ulaşıyor ve kızı mekanizmada bırakarak Trimagasi’nin hayaliyle karanlığa doğru yürüyor. Dediğim gibi film bize dünyanın bir buçuk saatlik hâlini izletiyor. Aslında sofra herkesin doyacağı şekilde hazırlanıyor fakat herkesin hakkı olandan fazlasını yemesiyle birçok insan aç kalıyor. Platform hayatımızla bağdaşıyor; yiyecek biterse, daha fazlasını istersek sömürüyoruz, birbirimize zarar veriyoruz. Platform gibi filmler bize kendimizi gösterse de biz ne kadar çok o kadar iyi diyerek başkalarını düşünmemeye ısrar ediyoruz.